"Bizim mağrur ve insafsız Atmacamız değirmencinin bu sakat kızına vuruldu. Tavuslara, sülünlere bakmağa tenezzül etmeyen yabani kuş, kanadı kırık bir çulluğun şikârı oldu. Atmacanın kanatları düşmüştü. Sarardıkça sararıyordu. Değirmencinin köye indiği günler kapının yanındaki taş sedirde kızla beraber oturduğunu ve tırnaklarını parçalamak ister gibi, iki tarafındaki sert kayada gezdirdiğini görünce bu işin böyle gitmeyeceğini anladım...

Bir gün sordum Atmaca’ya; "Ne yapacaksın?"

Başını elleri arasına aldı; "Onu alamam, onu kaçıramam... Halbuki o da beni seviyor. Bunu bana evvelisi gün ağlayarak söyledi. Gel dedim, beraber kaçalım." Acı acı güldü, "Ağam dedi, ben senden noksanım, bana sadaka mı veriyorsun?..." Onu nasıl sevdiğimi anlattım: "Bana kolunun yerine kalbini veriyorsun, bir kalp bir koldan daha mı az değerlidir?"

Tekrar gözyaşları boşandı: "Olmaz dedi, düşün ki, her karşına çıktığımda senden utanacağım, başım yerde olacak, beni böyle zelil etmek ister misin? Bırak beni, ne olduğumu bilerek ihtiyar babamın yanında kalayım, sende bir daha buralara uğrama. Bana sakatlığımı unutturarak deli deli rüyalar gördürdün, seni ömrümün sonuna kadar unutamam, ama olmayacak şeylere beni inandırmağa kalkma, eğer sahiden beni seviyorsan hemen buralardan git!..."