... “Yazı, bir varlık problemidir. Bir yazanı vardır, yetmez, bir de okuyanı olunca gerçekleşir. Bir bilinçte yer almaktır çünkü bütün mesele. Yazan dairenin başlangıcıdır. Sonsuzluğu sağlayan, daireyi tamamlayansa okuyandır.
Öyleyse okumak varlığına bir eylemdir, dahası, yokluğuna..
Yazan yazdığının görülmesini ister, roman ya da tek kelime. Sonra görüldüğünü bilmek ister. Üstelik gören de gördüğünün bilinmesini ister. Tam bir dairesel oluştur bu. Tahta masaya tek kelime, biri okusun, kim okursa.
Tahta masaya kazılmış yazıyı okurum ve okuduğumun onu yazan tarafından bilinmesini isterim.
Neden?
Bir daha asla karşılaşmayacağımızı bildiğimiz halde biz iki isimsiz, yazan ve okuyan, hızla geçişen iki trenin penceresinde belirirken hayallerimiz, en güzel yüzümüzü takınır, kendimize çeki düzen veririz. Görmekte ve görülmekteyiz. O bizi görerek, bizim varlığımızı onaylarken, biz de onu görerek onun varlığını onaylarız ve bunun karşılıklı bilinmesini isteriz.
Görülmek istemek, yaradılışın esamesinden bir şelale gibi döküle döküle bize kadar inmektedir. Bir bilinçte yer almaktır bütün mesele.”

...“Cennette yaşayan yazmaz. Arşimed’e çok da aldanmayın, bulan her zaman çığlık atmaz. Sessiz sedasız yaşayıp gider.
Öyleyse? Yaşayan yazmaz ve ölen de yazmaz. Ölmemek isteyen yazar. Ölmeyi bilmeyen. Ölmeyi beceremeyen. Bir “yazar” artık “yazmaz” olduysa:
Bilin ki ya sahiden yaşıyordur.
Ya da sahiden ölüyordur.”
...

Nazan Bekiroğlu