...“Kutuplarda ayı avcıları buzların içine jilet kadar keskin bir baltayı yerleştirir, keskin tarafın üzerine biraz kan sürerlermiş. Kanın kokusunu alan ayı gelip kanı yalarken kendi dili kesilirmiş. Ama kanın tadından dilinin acısını fark edemez, kendi kanını yalamaya başlarmış. Damarlarındaki kan tükenince olduğu yere yığılırmış. Avcıda gelip derisini yüzermiş. Avcılar ayıları kurşunla vururlarsa ayının postu delinir ve bu yüzden çok para etmeyeceği için bu yolu denerlermiş.”
Leman dergisinden yaptığım alıntıdır yukarıdaki. Devamında da yazarının (Cezmi Ersöz) yorumu;
...”Şimdi o kan tadını kendi dilimde hisseder gibiyim. Bu bilgiyi öğrenince anladım dilim yıllardır kesikmiş benim... Yıllardır ben de kendi dilimden akan kanı emip duruyormuşum...
Başlarda gücümün tükendiğini, kan kaybettiğimi fark etmiyordum. Ama artık ediyorum. Kanım tükeniyor ne zamandır. Böyle giderse yere yığılmam ve birilerinin gelip derimi yüzmesi yakındır...
Yıllardır kendi kanımı emmekten bu hayatta kabul gören her şeye meydan okuyacak cesareti bir türlü bulamadım kendimde... Oysa kurtuluşum bu cesareti bulmamdan geçiyordu...”

Kanımız nedir acaba? Kalan kanımız?

...“Son yirmi yılda yaşanan savaşlarda medeniyetimizin temel özellikleri olan unsurlarını imha ediyorlar. Irak’ta sadece siviller, yani çocuklar, yaşlılar, kadınlar, ölmedi. Asıl önemlisi o bölgedeki önemli kültürel verimler ortadan kaldırıldı. Bosna’da Mostar köprüsü, Hacı Hüsrev Camii, ve çevresi, yazma eserler kütüphanesi ve benzeri eserlere bir göz atalım. En önemli olan bellek yitiminin oluşudur. İnsanlar ölüyor, yeni kuşaklar geliyor, fakat kültürel veriler ortadan kaldırıldı mı hiçbir şey geriye kalmıyor” ... (Ali Haydar Aksal-Yansıma dergisi-Kasım 2001)

...”Kurumlardır gerçekte sürekliliği devam ettiren... Mesela Mülkiye’nin 150 senelik tarihi var. Harb okulunun 200 senelik tarihi var, Tıbbiye çoktan 150 seneyi aşmıştır. Bunları iyi araştırmak bir yana, bunlara sahip çıkmak, bunu her an akılda tutmaktır mesele. ‘Bizim okulumuz 150 senelik maziye sahiptir’ demek bir marifet değil. Her an okuldaki ders programından, talebe sayısından idaresine kadar devamlı onu düşünürsen, makabline şamil bir şekilde ona her şeyin hesabını verebilirsen ve tüm programlarını buna göre düzenleyebilirsen, işte olması gereken budur ve zor iştir bu.”...”Bir meraksızlık var. İnsanlar maziye ilgisiz; maziye ilgisiz insan olur mu? Hayvandan en büyük farkımız bu diyeceksiniz. Doğru, maziye bu anlamda merakımız var. Bu çok kolay tatmin edilen bir merak. Mesela ‘Osmanlı devleti vardı, Padişahlar çok iyiydi, çok kötüydü, çok adil bir memleketti veya çok rezil bir memleketti...’ Meşrebine göre, anasının babasının mezhebine göre, siyasi görüşüne göre çocuğun ağzına birkaç slogan yapıştırılıyor ve o meczuba bu bütün hayatı boyunca yetiyor. Çocuk yüksek mühendis olabilir, profesör olabilir, tabip, hukukçu olabilir. Böyle ahmakça lafları tekrarlamaktan hiç sıkılmıyor. Onu garipseyen de yok. Bu toplumdaki merak, bir Afrika kabilesindeki insanındakinden daha fazla değil”... (İlber Ortaylı-Tarihin Sınırlarına Yolculuk-Ufuk kitapları)

Yazılmış Mektuplar Şamil Agun'a ithaf olunur.