"Keşke Nevakar'ı seslendirmek için Türk doğsaydım."

Bir süre sustum. Sarsılmıştım. Alt şuurumda gizli bir pencere açılmıştı. Ben neydim? Kimdim? Bütün yaşantım batı ölçülerine göre şekillenmişti. Elimde olmadığı zamanlar bunları görmüştüm. Alışkanlıklarım bana çok tabii geliyordu. Ama şimdi bana ait olup da, benim bilmediğim (hem de mesleğimle ilgili) şeylerle karşılaşıyordum.

Irmgard'a;
- Acaba bu eseri dinleyebilir miyim?
- Niçin olmasın? Buyurun çıkalım.

Dinlerken kendimden geçtim sanki. Batılı kompozitörlerin eserlerini heyecan içinde dinlediğim çok olmuştu. Nevakar'ın uyandırdığı duyguları anlatmak imkansız gibi bir şeydi. Kendinizi uzay boşluğunda, dayanaksız sanıyordunuz. Medyumlarda görülen trans haline benzer duygulara kapılıyordu insan.

O bahar, tatilimi uzatmak kararı ile adaya geldim. Görüştüğüm kimseler tanbur öğrenmemi istediler. Tanbur derslerine başladık. Piyanist olduğum için çalışmalar çok iyi gidiyordu. Hocam başarımdan memnun kalıyor, derslerde en karmaşık konulara giriyorduk. Artık peşrevler, saz semaileri, saz eserlerini çalabiliyordum. Hatta kendime has bir stil geliştirdiğimi söylüyordu hocam. Bir gün sordu.

- Dilara, batı müziğinde bu kadar başarılı olduğun halde nasıl oldu da Türk Müziği çalışmak ihtiyacını duydun?

Nevakar'ın hikâyesini anlattım. Yüzü gölgelendi, tanburu aldı. Bir Neva taksimi yaptı. Sonra Nevakar'ı çalıp söylemeye başladı. Bu suskun, çok yavaş sesle konuşan insanın buğulu sesi, mızrabındaki çırpınışlar, acılar, elemler, his dünyamı altüst etti. Eser bittikten sonra hiç konuşmadık. Onu vapura kadar geçirdim. Rüyaların içindeki rüyalarım başladı.