"Hiçbir dostluğun ulaşamayacağı yakınlıkta kalbinin tam üstünde, onunla bütünleşmiş olarak mızrabıyla çırpınıyordu udu. Parmakları nağmeleri beyninin istediği şekle sokuyor, uzatıyor, kısaltıyor. Dünyanın en güzel örgüsünü örüyor, en güzel gülistanları düzenliyor, eşsiz pırlanta şelaleleri nurlandırıyordu.

Büyük üstad, taksimden aksak semai usulüne adeta bilinçsizce, gayri iradi dediğimiz şekilde geçti. Şimdi Suzidil müzik cümleleri bir saz semaisi oluyordu. Bilhassa Teslim hanesi çok zevkli, sanatkarane ve zarifti. Daha önceki hiçbir saz semaisine benzemiyordu. Belki daha sonra da yapılamayacaktı. Tam bir şaheser doğuyordu.

Sedat bey, kalemini aldı. Hızla, hırsla, acelesi varmış gibi notaları, beyninde doğup sazına aktardığı seslerle yazmaya başladı. Birinci hane bitti. Uduna döndü. Yazdığı kısmı birkaç kere çaldı. Yüreği aynı yangıyla, gönlü aynı vecd halinde ikinci haneyi uduyla çaldı. Hemen notaya aldı. Bu yoğun ruh hali, esasen bitkin olan fiziki bünyesine ağır geldi. Udunu yana bıraktı. Sırtını ot yastığa dayadı. Biraz soluklandı. Sanki bütün gün taş taşımıştı. Çok yorgundu.

Bu hali çok sürmedi. Sanki beyninde bir şimşek çaktı. Bütün uzuvları uyandı. Anlayamadığı bir sıcaklık her yanını bastı. Hatta alnına elini götürdü. Hafif terlemişti. Uduna atıldı. Semaisinin birinci, ikinci hanelerini iştiyakla, hasretlerin en yakıcısı olan duygularıyla, sevinçlerin en ulaşılmazı ile çaldı, çaldı." ...